Sanki birşeyler düğümlenmiş boğazımda, sanki göğsümün orta yerine kocaman bir kaya parçası konmuş; nefes almakta güçlük çekiyorum.
Yüreğimdeki Uğultu romanının giriş bölümünden birkaç sayfa:
Sanki birşeyler düğümlenmiş boğazımda, sanki göğsümün orta yerine kocaman bir kaya parçası konmuş; nefes almakta güçlük çekiyorum.
Ağzımı hafiften açıp öksürmeye çalışıyorum. Böylece, belki göğsümün orta yerindeki kayayı, boğazımda düğümlenen şeyi sökerim diye. Olmuyor. Derinden bir ah çekiyorum, içime çekmeye çalıştığım derin nefesi, karnıma ve göğsüme ağrı vermesine rağmen ciğerlerime ulaştıramıyorum.
Sağ elimi yumruk yapıp önce hafif, sonra sert bir şekilde göğsümün üstüne vuruyorum. Bir taraftan da derin nefesler alıp vermeye çalışıyorum... Yine olmuyor, bir türlü göğsümün orta yerine kurulan kaya parçasını hareket ettiremiyorum.
Oturduğum yerden kalkıp odanın içerisinde rastgele dolaşmaya başlıyorum. Kendimi hücreye kapatılmış bir mahkum gibi hissediyorum. Voltalarımı bir hızlandırıp, bir yavaşlatıyorum.
Odanın uzunluğu toplam dört metre, bu dört metrelik odayı belki yüz kez bir yavaş, bir hızlı ve hırslı adımlarla gidip geliyorum. Yorulmak nefes nefese kalmak istiyorum. Nefes nefese kalırsam
Kendi kendime konuşuyorum. Bazen sesimi yükseltiyorum, avazım çıktığınca bağırmak geliyor içimden. Sanırım bağırıyorum da. Ama sesimi duyamıyorum. Sesim ağzımdan çıkıp kulaklarıma ulaşmadan odanın içerisinde kaybolup gidiyor.
Bağırarak, çağırarak, yüksek sesle konuşarak, hızlı ve hırslı adımlarla başım dönene kadar odayı voltalayak, sökmeyi düşündüğüm, göğsümün orta yerindeki kaya parçasını söküp atmayı yine de başaramıyorum.
***
Bu düpedüz haksızlık… Bir türlü hazmedemiyorum yapılanları… Hani neredeler şimdi, bir zamanlar etrafımda pervane olup dönenler, bana bir şeyler olunca sığınabileceğimi sandığım dağ gibi gördüğüm insanlar? Bu insanlar bir konuştular mı mangalda kül bırakmıyorlardı; dostluk adına, sevgi adına, dürüstlük adına, haksızlığa karşı koyma adına… Meğerse bütün söylemleri ve güçleri, bireysel çıkarlarına toplu iğne ucuyla dokunulduğunu hisettikleri veya sandıkları yere kadarmış; pazarlıklı, hesaplı, acımasız… En acısı da kendi içerisinde kokuşmuş…
Dostluklar, sevgiler, verilen sözler bu kadar mı ucuz? Peki bizi içgüdüsel yaşayan hayvanlardan ya da ağaçtan, börtü böcekten farklı kılan şey nedir? Eğer sadece karnımızı doyurup günü güzel bir şekilde geçinmekse yaşamak, bu herhangi bir şekilde sağlanır. Nitekim bir çok insan aynı şekilde yaşamını sürdürüyor; yiyiyor, içiyor, tuvalete gidiyor, bazı biyolojik gereksinimlerini gideriyor ve zamanı gelince de yok olup gidiyor. Ama “Ben düşünen bir yaratığım, benim bir farkım olmalıdır.” diyebiliyorsa kişi, o zaman okumalı, okuduğunu algılayabilmeli ve yaşama indirgeyebilmeli. Onur, insanlık duygusu, namus, sözünde durmak, çevresinde olup bitenlere duyarlı olmak, zamanı gelince onlara karşı tavır koymak gibi bazı değerleri de taşıyabilmelidir benliğinde. Bu değerler kişiyi geliştirmeli, yaşama karşı mücadele direncini daha güçlü kılmalıdır. Çok sevdiğim bir düşünürün dediği gibi: “ Bilimsel bilgi ve yetişkinlik bir özgürleşme aracı olmalıdır. Bizim için temel soru; “Hayatımı nasıl kazanırım” değil, “Hayatımın anlamı ne olacaktır.” sorusu olmalıdır.’